Chicago Üniversitesi’nde Ekonomi Profesörü olan Ufuk Akçigit, muhtemelen seçimden sonra ekonomi politikaları hakkında yorum yaptı. Türkiye’nin uygulamaya çalıştığı model konusunda bir kafa karışıklığının olduğunu belirten Akçigi, şunları kaydetti:
Çoğu zaman bazı şeyler sebep değil sonuçtur, yani bir ülkenin dış ticareti aslında ne kadar kaliteli bir ürün sattığıyla alakalıdır. Eğer elinizde kaliteli veya dışarıdan talep edilecek katma değeri yüksek bir ürününüz yoksa bu sefer onu satabilmek için fiyatı düşürmek zorundasınız. Ürününüz kaliteli, ileri teknoloji bir ürün ise fiyatı yüksek tutsanız bile dışarıdan çok ciddi bir talep görürsünüz.

Türkiye’nin dış ticaret şirketlerine baktığınız zaman, şirketlerimiz küçük ölçekli ve katma değeri düşük ürünler sattıkları için onları son derece rekabetçi pazarlarda teşvikler vererek veya diğer ülkelere göre fiyatlarını düşürerek rekabet etmeye çalışıyoruz. Bu yüzden şirketlerimizin çoğu devlet desteği almak için bir kez dış ticaret yapıyor. Peki sorun nereden geliyor?
Bunun için tabloyu biraz daha genişletmemiz ve Türkiye’nin zaman içinde nasıl ilerlediğini anlamamız gerekiyor çünkü kamuoyunu dinlerseniz ekonominin bazen çok ama çok kötü olduğunu duyarsınız. Verilere sistematik olarak bakalım.
İlk tabloya bakarsak, Türkiye’nin sadece son birkaç yılda değil, çok daha uzun bir süreçte nasıl geliştiğini görebiliriz. Türkiye ekonomisinin başta ABD olmak üzere diğer ülkelerle karşılaştırıldığında nominal gelirine baktığımızda, 1960’lardan bu yana tablodaki ülkelerin çoğu bir noktada Türkiye’den daha fakirken, bugün itibariyle Türkiye’den daha zengin hale geldi. .
Türkiye’nin gelirine ABD’ye göre bakacak olursak 1960’larda yüzde 20’ler civarındayken 2000’lerin başında bir hızlanma varken 2013’ten sonra ciddi bir ivme kaybı yaşanıyor ve şu anda 2000’li yıllardaki seviyenin bile üzerine çıktı. 1960’lar. altında Bir grafik gözlemliyoruz.
Bu grafiğin alt kısmında sarı çizgi bulunan Çin’e baktığımızda çok fakir bir ülke olmasına rağmen Türkiye’yi geride bırakmış durumda. Ama Çin modeline baktığınızda hayret verici bir şekilde Çin’de yurt dışında okuyan kendi insanları geri dönmeye başladı.
Verilere bakarsanız yurt dışında okuyanların yaklaşık yüzde 80’i geri dönmeye başladı. Sadece bu yıl itibariyle yurt dışında okuyan 1 milyon Çinli sadece bir yılda ülkelerine döndü. Böyle bir ekonomiden bahsediyoruz ve teknolojiye dayalı büyümek istiyorsak o teknolojileri geri getirecek kişiler herkes değil. Bir avuç yetenekli insanın dünyadaki teknolojik trendleri özümsemesi ve ülkeye getirmesi gerekiyor.
Bu işin Türkiye’nin ekonomik büyümesini anlamamız için üç girdisi var. Üretmek için fiziki sermayeye, insan sermayesine ve bu ikisiyle ne kadar ürün ürettiğinizi belirleyen üretkenliğe ihtiyacınız var.
Seçimden sonra Türkiye’de güven ortamı olursa sermaye gelir diyoruz ama o kaynakları nasıl kullandığımızı sorgulamamız gerekiyor.
Toplam faktör verimliliği
Ekonomik büyümenin en zor kısmı verilen kısımdır, çünkü somut değildir. Verimlilik nasıldır? Bir insana daktilo verdiğinizde, ne kadar eğitim verirseniz verin, bir noktada sınırlıdır. Verimliliğini artırmak istiyorsanız, ona bir bilgisayar vermelisiniz.
Teknolojinin insanların kullandığı bu kısmına odaklanmanız gerekiyor.
Bahsi geçen diğer ülkelere baktığımızda ise Şili, Çin, Almanya ve Polonya gibi 1974 yılından itibaren verimliliklerinde artış olduğunu gözlemliyoruz. bir araya getirdiğiniz sermaye, zamanla azaldı. Artışı bırakın, geriye doğru kaydı. Burası gerçekten önemli.
Bir sonraki grafikte, Türkiye’nin ekonomik büyümesini her yıl ne kadar fiziki ve beşeri sermayenin katkıda bulunduğuna göre böleceğiz. Sarı çizgi Türkiye’nin ekonomik büyümesini, lacivert çizgiler fiziki sermayenin ne kadar katkıda bulunduğunu ve mavi çizgiler beşeri sermayenin ne kadar katkıda bulunduğunu göstermektedir.
Her yıl, fiziki sermaye veya insan sermayesi her zaman biraz olumlu bir etkiye sahip olmuştur. Fiziki veya beşeri sermaye ile Türkiye’nin ekonomik büyümesine her zaman olumlu katkılarda bulunduk. Verimliliğin katkısını bir sonraki grafikte göreceğiz. Verimliliğin katkısına bakarsanız, ileri geri giden bir katkısı olduğunu görüyoruz.
Özellikle 2006 yılından sonra sadece beş yıla bakarsanız, diğer tüm yıllarda verimliliğin ekonomik büyümeye katkısı negatif oldu.
Çin’e baktığınız zaman inanılmaz bir uluslararası teknoloji akışı var. Yükseköğretime katılım payına bakarsanız çok ciddi bir artış gözlemleniyor, yani Çin’e hem eğitim, hem yabancı sermaye hem de teknoloji anlamında inanılmaz katkı sağlayan bir ortam oluştu.
Bunu tartışmıyoruz. Zaten katma değeri düşük olan ürünlerimizi yurt dışına nasıl satabiliriz diye tartışıyoruz. O zaman ne olacak? Kâr marjlarımız zaten çok düşük. Ucuza alırsan zararına satarsın. Vergi mükellefleri maliyeti öder, çünkü birisi bunun bedelini ödemek zorundadır.
Türkiye’de kaliteli üretimi bir şekilde tetiklememiz gerekiyor. Türkiye’nin özetini gösteren çarpıcı bir grafik göstermek gerekiyor. İhracatta yüksek teknolojinin payına baktığımızda ABD ve OECD ülkeleri dış ticaretlerinde yüzde 20 civarında paya sahip. Türkiye’nin payının yüzde 3 olduğunu görüyoruz. Aynı veriler için Çin’e bakalım.
Başarı hikayelerini ABD ve OECD gibi ülkelere yazdıran ve istikrarlı bir şekilde ilerleyen ülkeler. Çin ve Güney Kore gibi ülkeler ise bu ülkeleri yakalayıp rekabet edebilmek için %30-35’i görmek zorunda. Dolayısıyla yapmamız gereken yüzde 3’ten yüzde 5-6’ya çıkmamak. Diğer ülkelerle rekabet edebilmek için %30-35’i zorlamamız gerekiyor.